23 Şubat 2013 Cumartesi

23 Şubat 2013 - Rüya


İkinci Paylaşım Savaşına ait askeri bir kamyonun içinde silah zoruyla İlya Ehrenburg'un doğum günü partisine götürülüyorum. Üzerimde açık mavi kumaş üzerine yandan siyah çizgilerle desenlenmiş bir mahkum kıyafeti var. Ellerim kelepçeli olmasına rağmen her iki yanımdaki erkekten bozma kadınlar kollarımdan tutuyor ve tek kelime etmeden önlerine bakıyorlar. Sağ yanımdakine dönüp ona Cihangir kedileri gibi koktuğunu ve aldığı erkeklik hormonunun böyle bir yan etkisi olabileceğini söylüyorum. İstifini bozmadan ve önüne bakmayı sürdürerek iki kez üst üste 'Spaltung' diyor kadın. Bu kez sol yanıma dönüp, kronik penis kıskançlığının askeri feminizmin kurucu tözü olduğunu ve bu illetten kurtulmanın ancak psikozla mümkün olabileceğini söylüyorum. Tıpkı o da diğer kadın gibi bakışlarını uçları kemikleşmiş botlarından kaçırmaksızın iki kez üst üste 'Foreclosure' diyor. O sırada kamyon ani bir fren yapıyor. Çok geçmeden arka kapı, üniformalı, kel kafalı ve iri yarı bir kadın asker tarafından açılıyor. Yanımdaki nöbetçiler, kollarımdan tutup kamyondan aşağı indiriyorlar beni. Haydarpaşa tren garının önünde buluyorum kendimi. Binanın duvarlarından Prokofiev'in 5. senfonisi eşliğinde atılan eril kahkaha sesleri geliyor. Sağ yanımdaki kadın, saçına tutturduğu tokalardan birini çıkarıyor ve kelepçedeki anahtar deliğine sokarak bileklerimi kurtarıyor. Diğer kadın, o anda garın karanlığından fırlayarak kendisine doğru koşan kurt köpeğini, ani bir refleksle belinden çıkardığı Glock 17 tipi silahıyla yaralıyor. Köpek hareketsiz yere yığılıyor. Yüzünde acı ifadesi olmaksızın ara sıra gözlerini açıp kapıyor. Köpeğe doğru ağır adımlarla yürüyor kadın ve onun yanı başına diz çöküyor. Kepini çıkarıp dizine koyuyor. Sol elinin yardımıyla sağ elindeki deri eldiveni çıkarıyor. Ahşap protezden yapılma takma eli dikkatimi çekiyor. Yontulmuş eliyle köpeğin sırtını, sonra karnını okşuyor kadın. Halinden memnun, gözlerinde birikmiş hazla dile geliyor köpek. Adının Rosa olduğunu ve aile değerlerine bağlı bir ev hanımıyken, Birleşmiş Milletler Kadın Hareketi'nde çalışan bir yüksek simyager tarafından nasıl köpeğe dönüştürüldüğünü anlatıyor. O sırada garın kapıları otomatik olarak açılıyor ve yaklaşık 5 metre yüksekliğinde katlı durmakta olan bordo bir halı, stop-motion hareket estetiği ile açılmaya başlıyor. Halının açılmakta olan ucu, benim olduğum noktayı geçerek denize doğru devam ediyor ve karanlıkta kayboluyor. Köpeğin koşmaya başladığı noktadan bu kez üstü açık mavi bir spor araba gelerek bulunduğum yerin biraz önünde duruyor. Arabayı, kamyonda sağ yanımda oturan ve Cihangir kedisi kokmakla 'itham' ettiğim kadın kullanıyor. Ancak yaptığı grotesk makyaj ve kırmızı dekolte elbisesiyle muazzam görünüyor. Arabadan iniyor kadın ve güler bir yüz ifadesiyle bana doğru yaklaşıp koluma giriyor. Kırmızı halı üzerinden gar binasına doğru ilerliyoruz. Attığım her adımda halıdan çıkan sıvı sesinden hareketle ayakkabılarıma bakıyorum ve mahkumluk sürecinde giyinmem için bana verilen beyaz-bez ayakkabılarımın kan içinde kaldığını görüyorum. Halının sonunda, turistik müzelerde bilgilendirme amaçlı olarak kullanılan pirinç levhalara benzer bir tabela görüyorum. Tabelanın üzerinde, yürümüş olduğum kırmızı halının 400 kiloluk homoseksüel bir kan pıhtısından yapıldığı, pıhtının genetik şifresinin ise Karaköy'deki terk edilmiş bir yalının içinde saklı olduğu yazıyor. Koluma giren kadın, büyük bir sabırsızlıkla çekiştiriyor beni ve nihayet garın içinde düzenlenen doğum günü partisine esaslı bir giriş yapıyoruz. Erkek elbiseleri giyinmiş, kafaları kel onlarca gazeteci kadın, kapıdan girmemle birlikte fotoğraflarımı çekmeye başlıyorlar. Flaşlar patlıyor yüzümde ve her patlayan flaşla birlikte saniyenin onda biri kadar kısa bir süre içinde fotoğraf çeken kadınların iskelet yapılarını görüyorum. Her deklanşöre basışlarında onlar benim fotoğrafımı, ben onların röntgenini çekiyorum. Sonra giderek gözümdeki kamaşmalar artıyor ve durmaları için elimle işaret ediyorum. Nihayet fotoğraf çekimi sona eriyor. İçinde bulunduğum devasa salonun kıyısına doğru erkeklerden oluşan küçük bir kalabalık gözüme çarpıyor. Onlara doğru ilerlerken yanımdaki kadın özür dileyerek kolumdan çıkıyor ve birkaç metre uzaklıktaki içki içmekte olan başka bir gruba katılıyor. O grubunun arkasındaki paslı çelenkten Verem ve Lezbiyen derneklerinin gönderdiği ısırgan otları sarkıyor.

Nihayet erkeklerin olduğu kalabalığın önündeyim. Etrafında toplandıkları masanın üzerindeki koca renkli tabaklara simetrik olarak yerleştirilmiş yer fıstıklarını görüyorum. Hepsi de bira içiyor erkeklerin ve karıları hakkında olabildiğince müstehcen konuşuyorlar. Yaka kartlarında isimleri yazıyor. İçlerinden biri benimle aynı isme sahip ancak müthiş kaba hatları var. Her gülümseyişte diş çürüklerine kadar görebiliyorum. Nefesi leş gibi votka kokuyor. Masadaki en uzun boylu adamın yaka kartında 'İlya' yazıyor. Partinin onun şerefine verildiğini düşünerek kendisine selam etmek için göz göze gelmeyi bekliyorum. Nihayet sonunda fark ediyor beni ve oldukça aşağılayıcı bir konuşma tarzıyla çektiğim filmleri, derileri iyileşsin diye cüzamlı hastalara izlettiğini ama durumun onlar adına her defasında daha da kötüye gittiğini söylüyor. Bununla birlikte banka hesap numaramın Rus bilim adamları tarafından ele geçirildiğini ve hesabımdan çekilen paranın Orta Avrupa'daki zenci fahişeleri kısırlaştırmak için kullanıldığını söylüyor. O anda müthiş bir nefret duygusuyla yanımdan geçmekte olan hayli yaşlı bir kadının eldivenlerini zor kullanarak çıkarıyor ve onları tüm gücümle İlya'nın yüzüne çarpıyorum. Çarpmanın etkisiyle İlya'nın yüzünden tırnak büyüklüğünde onlarca inci tanesi ufalanarak yere dağılıyor. Masadaki diğer erkekler, büyük bir hırsla yere kapaklanıp inci tanelerini toplamaya ve ceplerine doldurmaya başlıyorlar. İlya, yüzündeki tarif edilemez bir acıyla taş kesiyor ve aralık olan ağzından irili ufaklı böcekler çıkarak etrafa dağılıyor. Yaka kartında ismimi taşıyan adam, ceplerinde yer kalmayınca inci tanelerini hiçbir zorlanma belirtisi göstermeksizin teker teker yutmaya başlıyor. O sırada odanın ortasına, golf sahalarında görev yapan bir araç üzerinde beş katlı doğum günü pastası getiriliyor. İlya'nın taşlaşmasına sebebiyet verdiğim için yakalanmaktan korkuyor ve çaktırmadan suç mahallinden uzaklaşıp pastaya doğru ilerliyorum. Arka yüzü betonarme olan pastanın ön yüzü tamamıyla kremadan yapılmış. Biraz daha aşağı doğru baktığımda, pastanın şeker hastalarının muayene paralarıyla yaptırılmış olduğuna dair bir not görüyorum. Doğum günü partisine giriş sürecinde koluma girmiş olan kadın, bakır bir tepsi üzerine çapraz olarak yerleştirilmiş bir telsiz mikrofonla yanıma geliyor. Nutuk havasında olmadığımı belirtmek için kafamı iki yana doğru sallasam da konuşma yapmam için mikrofonu elime tutuşturuyor. O sırada salonda kim varsa bana doğru dönüyor ve kulakları rahatsız eden bir sessizlik hakim oluyor ortama. Çaresiz konuşmaya başlıyorum. Az sonra paylaştırılacak doğum günü pastasının kepeksiz ekmekten üretildiğini ve tam da bu yüzden Tatlin tarafından inşa edilen enternasyonal anıtıyla oral-diyalektik bir karşıtlık içinde olduğunu ifade ediyorum. Sözlerim henüz bitmişken kulakları sağır eden bir gürültüyle paramparça oluyor pasta ve çevreye sıcak çelik parçaları ile milyonlarca ekmek kırıntısı yayılıyor. Etrafta kim varsa yüzlerine yapışmış krema kalıntısıyla yere yığılarak can veriyor. Prokofiev'in senfonisi, bu kez atonal olarak kaldığı yerden devam ediyor. Etrafın dehşetinden gözlerimi alıp üzerime bakıyorum. En ufak bir kan lekesi görmüyorum. Kendimi dinliyorum. En ufak bir acı hissetmiyorum. Yeniden erkeklerin olduğu masaya doğru ilerliyorum. Yüzükoyun yerde uzanmış ve patlamanın etkisiyle kanlı inci parçalarının ağzından fışkırmış olduğu adamın önünde diz çöküyor ve onu sırtüstü döndürüyorum. Üzerinde ismimin olduğu yaka kartını çıkarıp mahkum elbisemin yakasına iğneliyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder