10 Haziran 2013 Pazartesi

Yitik Cennet

Her kopuş, kendi sınırlarını ötekinin bakışıyla çizdiği ölçüde travmatik bir yazgının, korkaklık duygusuyla kendini yenileyen büyülü bir zaferin ve çaresizlik utancıyla fişeklenen kahramanlık coşkusunun izlerini taşır üzerinde. Her kopuş, belleğin 'nostalji' kipinde saklı bir 'eksik' ya da 'yitik'le kaynaşarak kendi bütünlük imgesini yaratır. Her kopuş, ileri atılma hazzının sırtında taşıdığı pişmanlık ve geri çekilme korkusunun karnında taşıdığı suçluluk duygusuyla meşru kılar kendini. 

Gezi Parkı, ana karadan kopan bir kıymık ya da ilksel cennetten tekil bir haykırışla kırılan aktif bir fay hattıysa, kendiliğe bölünmüş olmanın efsanevi psikozu, terk edilen sözcüklerle daha da sağlamlaştırılmış demektir. Kas zırhının, koskocaman bir 'Hayır!' jestiyle açtığı inat çukurları, dili olmayan bir ayrılığın, yönü olmayan bir ayrıksılığın ve hedefi olmayan bir arzunun iştahıyla ağzına kadar dolmuştur. Gezi Parkı'nın kopuşu, 'direniş' sözcüğünün kendi sözlük haklarından ve imgesinden düşerek sonsuz hareketin o kutsal anına çakıldığı mucizevi bir zamanda gerçekleşmiştir.

Bir avuç toprağın, hiç kimseye ait olmayan bir uykunun ayakucunda ve hiçbir zamana ait olmayan bir şarkının tizlerinde çoğalarak kendini işgali, giderek dilin ve bedenin kendini işgaline dönüşmüştür. Gezi Parkı'nın kopuşu, geçmişe dair tüm referans noktalarını silerek 'geriye dönüş' özleminin önce altını ve sonrasında üstünü çizen olağanüstü bir dürtüsel enkaz yaratmıştır. Bu kopuştan geriye, tam da işlevselliğini yitirdiği anda kaçınılmaz olarak birer kara deliğe dönüşmüş onlarca ton konstrüksiyon kalmıştır. Yok edilmeye ve ölüme karşı direnen bu artık haz yığını, hayat safında direnen bu mekanik aksam, sonunda parkın esrik oyuncakları olmaya hak kazanmışlardır. Nasıl ki 'direniş', kendine karşı direndikçe kendi anını değilse bile kendi hareketinin imgesini ele geçiriyorsa, parktaki evlat edinilmiş oyuncaklar da kendilerini meşru kılmak adına evvelki asal işlevlerine karşı öyle direnç göstermektedir. Çocuksu bir öfkeyle ters yüz edilmiş otomobil de gündelik anlamı vakumlanan otobüs de terk edilmiş bir dans pistinde ısrarla çalmayı sürdüren bir müzik gibi 'eylem'i ya da 'anlam'ı kateden birer protez olmayı çoktan kabullenmişlerdir. 

Park işgal edildiğinde aklıma ilk gelen, Terayama'nın 'Les Fruits de la Passion' filminden bir sahne oldu. Bir sözcük olmayı terk ederek 'oluş'un kendisi haline geliveren 'direniş', o sahnedeki küçük kızın yüzüne oturan yitik cevap anahtarıydı; bir tebeşir tarafından ateşlenen ve hiç de aritmetik olmayan bir sınır çizgisi, bir cephe hattıydı. Yitik cennet, hem çizili sınırın dışında ve hem de içinde kendini fişleyen arzunun ta kendisiydi. Ontolojik-Cerrahi bir operasyonla bütünden koparılarak kendi topraklarına hapsedilen o küçük kız, ara sokakların duvarlarından düşerek harflerine dağılmış sözcüklerin ve sloganların yeni anlamıydı. Ölümünün 30.yılında, tüm terk edilmiş direnişlerin görkemli yalnızlığı adına Terayama'ya sevgi ve özlemle!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder